Herkese yeni bir yazıyla tekrardan merhaba. Bugün pazartesi ve yazı 1-2 gün gecikti. Biraz üşengeçlik ve biraz da sağlık sorunları nedeniyle yazıyı baya geç yazmak zorunda kaldım. Yazıyı erteleye erteleye baya bir şey de birikti ve kafam birazcık karıştı bazı noktalarda. Ama daha fazla bekletmeden müziğimi açıp yazmaya başladım.
Bu yazı serisini anlamadığım bir şekilde çok seviyorum. Gidebildiği yere kadar yazmak istiyorum açıkçası. Olaylara bakış açımı genişletmekle beraber bir şeyleri devam ettirme konusunda bana daha çok şevk veriyor. İstatistiklere göre de baya bir okur varmış. Fakat herhangi bir Google veya Facebook analitik aracı kullanmadığım için gerçekleğini pek kontrol edemiyorum. Sadece Cloudflare üzerinden gelen istek sayısına bakarak bir yorum yapabiliyorum. Çoğu istek zaten Google botu sanırım ama ona rağmen 10’dan fazla okurun olması beni mutlu ediyor.
Yeni bir bölüm veya sayı -artık her ne demek isterseniz- yazmak da bir o kadar da zorluyor beni aslında. Çünkü koca bir haftayı adeta kafamın içinde biriktirmekle beraber, biriktirdiğim şeyleri süzmek ve yeri geldiğinde tekrar tekrar düşünüp süzmek bir noktadan sonra zorluyor. Fakat bir not uygulamasına not etmeye başlıyorum bu aralar, o beni baya bir rahatlatıyor.
Bir önceki yazımda da rahatsız olduğumu söylemiştim ve o yazıdan sonraki 7 gün baya bir zorluydu benim için. Sağlık gerçekten her şeyden önce geliyormuş. Bir kere daha test edip onayladım. Performans ve verim sıfıra kadar indiği için sadece uyudum koca bir hafta veya uzanarak dinlendim.
O halde daha fazla uzatmadan başlıklarımıza ufaktan bir geçelim.
Bu hafta ne öğrendim?
Bu hafta diğer haftalara nazaran garip bir haftaydı. İnsanlara o kadar kendilerine güvenmeleri ve inanmaları için gaz verirken, kendim aslında çukurdaymışım onu fark ettim. Kendi başarılarımı küçük görüp, kendimi diğer insanlarla kıyaslayıp çok fazla strese girmişim. Bir yandan da başarılarımın bir şey ifade etmediğini, aslında bir şeyler bilmediğimi sanıp kendimi çok fazla küçük görmüşüm bazı noktalarda. Bunun da adı Imposter Syndrome (Sahtekar Sendromu) imiş. Bu durum çoğu insanda görülürken, yaşam kalitesini kötü şekilde etkileyen bir unsurmuş. Elbette bir şeyler bilmediğimizi ve daha da gelişmemiz gerektiğini kendimize hatırlatmak güzel ve geliştiren bir şey fakat daha önce çıktığımız basamakları, kendi çabalarımızla çıkmamıza rağmen, hiç olmamış veya biz çıkmamışız gibi davranmak biraz sıkıntılı bir sorun. Çoğu başarılı ve ünlü kişilerde bu durum görülüyormuş. Fakat bunu duyup bir yandan gerçekten başarılı bir insan olabileceğini düşünecekken gelen “ulan sen de hemen kendini zeki sanma, zeki insanlar kendine zeki demez” diyip garip bir döngüye girmek de garip bir duygu :D.
Birkaç gün öncesine göre bu tür kaygılar pek kalmadı üstümde diyebilirim. Damla Abla’nın “Ömer’im daha gençsin, niye bu kadar kasıyorsun ki? Önünde uzun bir yol var.” demesi beni rahatlatan unsurlardan biri oldu. Çevrenizde sizi sürekli gereksiz eleştiren ve yarışa sokan insanlar bulundurmak yerine, bir şeyler yapmaya çalıştığınızda yanınızda olabilecek, doğrularınızı ve yanlışlarınızı söyleyecek tecrübeli insanlar bulundurmak her zaman daha iyi olacaktır. Zaman zaman abi ve ablalarımla oturup gerek teknik, gerek sosyal konularda uzun uzun konuşmak daha farklı bakış açıları katmakla beraber, yanlışlarımı da önceden az da olsa engelleyebiliyorum.
Yine yakın zamanda oturup sohbet ederken, mühendis ve geliştirici farkını tartışıyorduk. Genel olarak herkesin hemfikir olduğu nokta mühendislerin olaylara daha geniş bir çerçeveden bakabilmesi. Fakat bir geliştirici gerçekten çok okuyup, çok fazla deneyim edindiğinde ve bunları akademik bilgilerle birleştirdiğinde yine bir mühendis gibi düşünebilir ama sektörde “software engineer” olarak anılmayabilir. Bir mühendis olmadığım için bu konu hakkında daha fazla yorum yapamayacağım fakat bu durumun tasarımcılar için de geçerli olduğunu bu yazımda belirtme gereksinimi duydum.
Genel olarak biz tasarımcılar bir şeyleri “tasarlarız”. Bu bir ürün olur, bir afiş olur, bir endüstriyel parça olur… Kısacası insanlar için bir şeyler tasarlıyoruz. Bir tasarımcının görevi bir olguyu, fikri, ürünü vb. şeyleri “doğru” ve “özgün” bir şekilde aktarmak olduğu için tasarımcılar aslında çok büyük bir rol oynamakta birçok sektörde. Fakat nedense birçok bilgisiz insan, tasarımcıları sadece Photoshop kullanmayı bilen ve logo yapan insanlar sanıyor. Bu insanlara ek olarak birçok genç tasarıma çok yanlış bilgilerle başlayıp özgün fikirlerden uzaklaşıyor. Buna bazı matbaalardaki tasarımcılar da dahil. Programları profesyonel bir şekilde kullanabilmek elbette mesajınızı aktarma konusunda size daha fazla imkan yaratabilir fakat sürekli aynı şeyleri yapmak hatta kimi zaman sektörü çöp eden tasarımlar yapmak sizi tasarımcı yapmaz aksine hocalarımızın dediği gibi operatör yapar. Buna sebebiyet veren şey ise bir “tasarımcı” gibi düşünememek. Bu konu hakkında gerek akademik, gerek geniş bir bilgi ve tecrübe yelpazesine sahip olmamak. Gerçek(?) bir tasarımcı olduğunuzda insanların davranışlarını, duygularını, algılarını ve zevklerini yeniden tasarlayabilir hale gelirsiniz. Konu dışı olsa da aranızda dikkat eden varsa kendime hiçbir zaman grafiker demedim, hep tasarımcıyım dedim. Çünkü kendimi hiçbir zaman sürekli Photoshop veya Illustrator’de bir şeyler yapıp servis eden biri olarak görmedim ve görmek istemedim. Grafik tasarımı okumamın ve bu bölümü çok sevmemin sebebi ise gerçekten insanların “wow” diyebileceği işler çıkarmak için işin temelini öğrenebilmek ve sanatsal bakış açımı güçlendirmek. Tasarımda uzmanlaşmak için bence en güzel yollardan birisi de üniversite okumak. E tabii, grafik tasarımı bölümünden mezun olup hala daha hiçbir şey bilmeyen insanlar da dolu ülkemizde. Çünkü okulda gerçekten bir şeylerin “temeli” öğretiliyor ve gerisi size kalıyor. Oturup bilgileri hocalardan sömürmezseniz, öğrencilik zamanlarınızda tecrübe edinmeye çalışmazsanız ve gözünüzü, zihninizi, elinizi güçlendirmezseniz, elinize pek bir şey geçmeyecektir.
Peki ya neden tasarımcı olmak istedim? Lisede tamamen programlama ile uğraşırken neden tasarım? Liseden beri hep “dünyayı iki dakika içerisinde nasıl değiştirebilirim?” gibisinden garip bir sorunun cevabını aramaya çalışıyorum. İlk başta eğlencesine ve öylesine hayal kurarken kendime sorduğum bu soru, hayat felsefem ve amacım haline geldi. Dünyaya güzel bir iz bırakmak hep hayalim oldu. Hedef olarak kendine parayı veya fiziksel ögeleri belirleyen insanları da hiç anlayamadım. Elbette herkesin bu hayattaki hedefi farklı olabilir buna bir şey diyemeyiz ama bana pek mantıklı gelmiyor nedense. Belki de maneviyata çok önem veren biriyimdir. Peki soruya dönecek olursak dünyayı değiştirmek ile tasarımın ne alakası var? Ve neden 2 dakika? Tasarımcı gibi düşünmeye başladığınızda aslında tasarlayabileceklerinizin sınırı siz olmuş oluyorsunuz. Bir soruna çözüm üretebilmek için önce sorunu bulmanız gerekir ve kimi zaman insanlar sorunlarının tam olarak ne olduğunu bilmezler. Bazen o sorunu yokluğun ve boşluğun içerisinden çıkarmanız ve çözmeniz gerekir. Daha fazla sorunu çözebilmek için gözünüzü daha fazla açmanız, daha fazla bilgi sahibi bir birey olmanız gerekiyor haliyle. Tasarladığınız şeyi koda döküp bir web sayfası ile on binlerce insanın hayatına dokunabilirsiniz, mesajı doğru aktardığınız bir afiş ile farkındalık yaratabilirsiniz. 2 dakika içerisinde dünyayı kökünden değiştirip barış getiremem ama başarılı ve doğru tasarımlarla 2 dakika içerisinde bakılabilecek bir tasarımla birçok insana faydam dokunabilir belki. İşte bu yüzden son yıllarda tasarıma daldıkça dalıyorum. Elbette bunun için çok çalışmak gerekiyor ve çalıştıkça çalışmam gereken daha fazla şey doğuyor. Ama bu süreç ve hayat felsefelerimden biri olarak kabul ettiğim bu soru beni motive ediyor.
Tabii ki öğrenme sürecinde en çok zorlayan şey birden fazla alana odaklanma isteği. Aynı anda hem Front-end öğrenmeye çalışıp hem de desen ve illustrasyon öğrenmeye çalışmak cidden zor. Ve hiçbir zaman ikisinin beraber gittiğini görmedim. Bir hafta boyunca ya programlamaya yoğunlaşıyorum ya da tasarıma. O yüzden odak noktalarımı zamanla önce daraltıp azaltıyorum ve sonra zamana yayıyorum. Biraz da üşengeç bir insan olduğum için gelişimim “bir tık” yavaş olabiliyor bazı zamanlar :D. Bir şeyi yapmak istemediğim zaman genellikle yapmıyorum. Doğru zaman nedense kendiliğinden geliyor. Belki de ben şanslıyımdır :D.
Ve gerçekten bir şeyler başarmak için uzun süre odaklanmak gerekiyor. Buna en yakın örnek Berkay diyebilirim :D. Berkay benden birkaç yaş büyük yazılım geliştiricisi bir arkadaşım. Birkaç yazı önce bahsettiğim Sude’yi satrançta yenmek için gerçekten çok sıkı(!) çalışıyor. Oturup videolar izliyor ve gecenin bir saatinde maça davet edebiliyor :D. Ve şunu fark ettim, her geçen gün yenemese de gelişiyor bir şekilde. Bir diğer örnek ise Emre Çağatay Abi. Kendisi patoloji üzerine okumuş bir abimiz. Fakat bir alana ilgi duyup o alanda çalışmak istediğinde çok hızlı bir şekilde derinleşip ortaya bir şeyler çıkarabiliyor. Kendisi her ne kadar yüzeysel takıldığını söylese de araştırma ve öğrenme hızına gerçekten hayran kalıyorum.
Ve bu başlığın sonuna yaklaşırken, bu hafta ders çıkardığım en garip nokta ise “bir şeyi yapmadan veya başarmadan önce diğer insanlara söyleme”. Ne zaman yeni bir işe başvurmadan önce birine bahsetsem o iş olmuyor ya da bir projeye başlamadan önce birine heyecanlı heyecanlı bahsettiğimde o proje patates oluyor. Neden bilmiyorum ama her defasında böyle denk geliyor. Bu yüzden artık bir şey “başarı” ile sonuçlanmadığı sürece önden konuşmayı düşünmüyorum :D.
Son olarak bu yazıyı yazarken dinlediğim şarkılardan birinin kapağı nedense çok dikkatimi çekti. Sizinle de paylaşmak istedim. Bu tür albüm kapaklarını biriktirdiğim projeme göz atmak isterseniz buradan ışınlabilirsiniz.
İlgimi Çeken Makaleler
- UI Grid Best Practices - Buninux
- All you need is 5 fonts - Matej Latin
- For every Junior Designer - Oreoluwanimi Adeyemi
- Good design rules in UX design - Riti Dass
- 5 excellent website redesigns — before and after - Justinmind
- The self-taught UI/UX designer roadmap in 2021 - Andy Chan
- How to Design Better Icons - Buninux
Film Önerim
Bu Hafta Beğendiğim Müzikler
Pinterest’ten Hoşuma Giden Çalışmalar
Kapanış
Bu yazıda aslında baya bir şey anlatmayı planlıyordum fakat hastalığım nedeniyle çok fazla aktif olamadığım için elimde de içerik oluşmadı açıkçası. Bu durum için kusuruma bakmayın.
Her anımda yanımda olan biricik Büşra’ma ve sürekli halimi hatrımı soran abilerime, ablalarıma ve topluluk üyelerine teşekkür ederim.
İçeriklerimin çok uzun ve “boş” olduğunu belirten okurlara(?) da selamlar :D.
Sevgilerimle,
Ömer Ayyıldız